Adana escort Alanya escort Anadolu yakası escort ankara escort Antalya escort Ataköy escort Avcılar escort Avrupa yakası escort Bahçelievler escort Bahçeşehir escort Bakırköy escort Başiktaş escort Beylikdüzü escort Bodrum escort Bursa escort Denizli escort Diyarbakır escort Esenyurt escort Eskişehir escort Etiler escort Fatih escort Gazinatep escort Halkalı escort istanbul escort İzmir escort İzmit escort Kadıköy escort Kayseri escort Kocaeli escort Konya escort Kurtköy escort Kuşadası escort Malatya escort Maltepe escort Mecidiyeköy escort Mersin escort Nişantaşı escort Pendik escort Muratpaşa escort Şirinevler escort Şişli escort Taksim escort Ümraniye escort ataşehir escort kartal escort

USTA KALEM İBRAHİM BECER YAZDI

Hikâye bu ya!

Siyaset Yayın: 02 Şubat 2024 - Cuma - Güncelleme: 02.02.2024 21:06:00
Editör -
Okuma Süresi: 8 dk.
Takip EtGoogle News

Hikâye bu ya!

Vakti zamanında üç karısı olan Süleyman Ağa, karılarını ‘pilav pişirmelerindeki maharete göre’ tasnif eder ve dermiş ki: “Birinci karı pilavı kuru ve yağsız pişirirdi. Sonra ikinciyi aldım o da cimri çıktığından sebep, pilavı daha kuru önüme sürüyor, yağı esirgiyordu. Sonra methini duyduğum üçüncüyü aldım ama o da o kadar yağlı pişiriyordu ki yağlar sakallarımdan akıyor. Baktım olmayacak ben de daha evlenmedim.”

Teşbihte hata olmaz, yine bir yerel seçim arifesindeyiz ve her biri diğerinden değerli adaylarımız yine meydanlara inecek ve yapacakları hizmetleri bize anlatacak. Elbette ki hizmet anlayışı herkesin ideolojisine çokça da meşrebine göre olacak. Bize düşen pilavın yağlı mı kuru mu olduğuna karar vermek olduğundan işimiz onlara göre nispeten daha kolay. Malum, bizim seçmen kitlesi tavşan gibi her çağrıldığında koşa koşa gittiğinden biz bu işi Süleyman Ağa gibi üç seferle sınırlandıramayız.

Bizim nesil yavaş yavaş dinozor sınıfına girmeye başladığından sebep çok şeyler duymuş, bir o kadarını görmüş bir kitledir o seçim meydanlarında. Bu yüzden sırf zülfü yâre dokunmasın diye burada dile getirmeyeceğim o vaatleri. Bu yazının amacı da siyaset sınıfına öyle taşra tüccarı gibi küçük hesaplarla gün bugündür deyip, ellerini ovuşturup hafif istihza ile göz süzmek, gerdan kırmak, parmak sallamak değil. Benim siyaset sınıfından beklediklerim toplumun kahir ekserisiyle pek örtüşmediği için genel de marjinal kalmışımdır. Eski yazılarıma baktım da hani, ‘ayının kırk hikayesi vardır kırkı da ahlat üstüne’ misali aynı şeyler. Mesela, bu ilçede kimse gecenin bir yarısı motorunun egzozunu açarak insanı yatağından zıplatan yeni nesil, Adana sıfır bir tarzı saç kesimli serserileri dert etmiyor. Bu tipler, altındaki kendileri gibi ucuz motorlarla kaldırımlarda, şehrin en işlek yerlerinde ya da çarşının göbeğinde son ses egzoz gürültüsüyle şovunu yapıyor, arkasından en sinkaflı küfrünü ettiriyor ve çekip gidiyor. Ya da sokaklarda kafalarına göre takılan ve her geçen gün tehdit dozunu biraz daha arttıran sokak köpekleri meselesi.

Bunlar uzun uzadıya konuşulacak konular olmamakla beraber istense şıpın işi halledilebilir ama bunu kendine dert edecek kadrolara ihtiyaç var. Çünkü ben biliyorum ki şu andaki idarenin baştacı ettiği, bayraklaştırıp sloganlaştırdığı hatta yetmeyip İstasyon Meydanında bir de kağıttan okuyup deklare ettiği ne varsa bu halkın gündemiyle örtüşmeyen şeyler. Yerel Yönetimlerin kendi siyasal birikimini halka benimsetmesi zorunluluğu belki tek partili dönemlerden günümüze miras olarak görülüyorsa herkes bilsin ki biz reddi miras yapalı çok uzun zaman geçti.

Aslında kendi halinde, kendi bahçesinde münzevi bir hayat süren biri olarak, ne genel ne de yerel yönetimle çokça işi olmamış biriyim. Ta ki Belediye ekiplerinin bir Temmuz günü gelip bizim bahçenin önünü kazdıktan sonra kapamayıp, sabah namazından bisikletiyle gelen seksen altı yaşındaki babamın içine düşüp de şimdi zar zor yürümeye çalışmasını görene kadar. O günden sonra ne İstasyon Meydanında hançereden atılan nutuklar umurumda ne de falancanın Pazar yerinde verdiği konserler. Demek ki işini yapmayan ya da yaparmış gibi görülen birileri yüzünden insanın hayatı alt üst olabiliyormuş. İşte o zaman insan elinden geldiği kadar, elinden ne geliyorsa bunun hesabını sormalı ve gözünün içine sokulmaya ne kadar çalışılırsa çalışılsın, medyanın sosyal olanına da ana akım olanına da yüz vermeyip hesabını sormalı.

Seçim Döneminin daha başında olmamız sebebiyle bir konuya da açıklık getireyim de tam olsun. Eğer ki medya ya da sosyal medya veya aklınıza gelen her türlü manipülasyon, yönlendirme falan bir şeylerin seyrini değiştirme gücünde olsaydı 94 İstanbul seçimlerini değiştirirdi.  Yaşı yetenler bilir, Zülfü Livaneli o seçimi tüm medyayı arkasına almasına rağmen Tayyip Erdoğan’a karşı kaybetmişti. Kendisinin, bu aralar İstanbul’da zırt pırt görünmesinin sebebi de muhtemelen hala akıllanamamasındandır. Ya da kuyruk acısı azizim kolay çıkmıyor diyelim de geçelim. Çokça da geriye gitmeye gerek yok; yakın zamandaki Genel Seçimler aslında medyanın hem genelinin hem de yerelinin, ister sosyal olsun ister olmasın pek de belirleyici olmadığını gösterdi bize. Bu iş bizim gibi küçük yerleşim yerlerinde daha da cılız ve etkisiz kalır. Eğer bir menfaat ya da başka bir saikle emriniz altında size yazan, sizi parlatmaya çalışan birisi varsa deşifre olması çok çabuk olur söyleyeyim. Muteber bir kalemi olmayanın zararı sahibine yazdığından gülünür geçilirsiniz.

Yakın zamanda bir ‘Meryamana Otopark’ gerilimi yaşandı. Yine İstasyon Meydanına gidildi, bir meydanda olmamıza rağmen yine meydan okundu, aynı meydanda bir sürü tehdit, medyada yer alma çabası nihayetinde şimdilik durum sakin. Sanırım bu Piyrus Zaferi herkesi tatmin etmiş olmalı ki şu soru kimsenin aklına gelmedi: İçinde yaşamanın ayrıcalık olduğundan dem vurulan bu şehrin geçim kaynağı sadece otopark kahyalığı mıdır?

Eğer öyleyse, bizim ayrıcalıklı birer vatandaş olduğumuzu sandığımız bu şehir B planı olmayan, ekonomik anlamda çeşitlilikten yoksul, basitin de basiti bir kasabaymış. Soru soruyu tetikler ya; o halde Ödemiş, İncirliova vs gibi ören yerleri olmayan komşularımızın acından nefesinin kokmaları gerekmez mi? Fakat çoğu zaman içinden gelip geçtiğimiz bu şehirlerin ekonomik refahını gözlerimizle görüyoruz. İşte bizim seçeceğimiz adaydan murâdımız bunları dert edinmesidir.

Velhasıl herkesin gönlünde bir aslan yatar ve göz onu görmek ister.

Benim gönlümden geçen aday zamanında öyle işler başarılmalı ki aradan geçen zamana rağmen eserleriyle anılmalı. Somut, elle tutulur gözle görülür, yaşam kalitene pozitif etki edebilir, sabun köpüğü gibi bir gecede uçup sabaha iz bırakmayan değil, daim olan eserlerden bahsediyorum. TOKİ Konutları, Doğalgaz, İZBAN imkânı gibi şeyler konuşulduğunda onun ismi de akıllara gelmeli.

Öyle bir aslan olmalı ki sosyal medyadaki beğeni oranlarıyla değil, dokunabildiği kalpler nispetinde başarılı sayılmalı.

Ya da bu aslanın gündemiyle, edindiği dertleriyle toplumun kahir ekserisinin gündemi örtüşmeli ki bir avuç emekli elitin zamanını harcadığı yerler olmaktan çıkmalı bu beldenin imkanları.

Bu liste uzayıp gider de yazıyı uzatmaya gerek yok.  Bu ve benzer sebepler de dahil olmak üzere benim kalbimde yatan aslan AK Parti adayı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı’dır

Hocam tekrar hoşgeldiniz….

Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.