ERZURUM'DA DÜŞÜNEN MAKİNELER
Kendinizi aciz görmeyin, meydan okuyun! İrdeleyin, anlayın!
Tanol Türkoğlu
tanolturkoglu@gmail.com -ERZURUM’DA DÜŞÜNEN MAKİNELER
Ord. Prof. Dr. Cahir Arf, 1959’da Erzurum’da verdiği halk konferansında makinelerin nasıl
düşünebileceğini anlatmış!
İngiliz matematikçi Alan Turing’in 1950 yılında Mind dergisinde yayınlanan “Bilgisayar Mekanizması ve Zeka” isimli makalesi şu kışkırtıcı soru ile açılır:
“Makineler Düşünebilir Mi?”
Bu makalede yer alan ve Turing Testi olarak isimlendirilen hipotetik deney, yapay zeka olgusunun da temelini oluşturur.
Sonraki yıllarda çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiş olan bu test bir “makine”nin insan düzeyinde zekasının olup olamayacağını,
olursa bunun nasıl tespit edilebileceğini irdeler.
Bundan altı sene sonra ABD’de “yapay zeka” konulu yaz seminerleri düzenlendiğini ve Amerikan üniversitelerinin inişli- çıkışlı da olsa
o gün bugündür bu olguya odaklandığını biliyoruz.
Ancak yakın zamana dek bilmediğim(iz) bir şey geçtiğimiz günlerde internette dolaşıma çıktı. Bir konferans metni.
Yer: Erzurum.
Yıl: 1959.
Konferansın adı: Makineler Düşünebilir mi ve Nasıl Düşünebilir?
Konferansı veren Ord. Prof. Dr. Cahit Arf.
Hoca kime vermiş bu konferansı? Halka!
Atatürk Üniversitesi’nin düzenlediği Halk Konferansları’nda Hoca, herkesin anlayabileceği bir dille, gündelik yaşam pratiklerinden örnekler vererek, ama adını anmadan algoritma, bilgisayar, yazılım olgularını anlatıyor.
Hoca’nın bir derdi var. Konuşmasının girişinde bunu özellikle açıklıyor: “Fakat benim işaret etmek istediğim husus kendi akl-ı selimimize olan güvensizliğimizdir.
İlmi derin adamların mütaleaları tabiatıyla kullanılacaktır, fakat bunlar netice değil akl-ı selimimizi işletmek hususunda kullanılmalı ve neticeyi aklımız vermelidir.
Aynı zihniyetin bir başka tecellisi Garplıya, Garplının yaptığı işe olan aşırı güvenimizdir.
Eskinin ilmi derin olan hocasının yerine bugün adeta Alman veya Amerikalı kaim olmuştur.
Bilgiye olan iştiyakımızın kendine bir yol bulması kanaatimce akl-ı selime güvencin yayılmasına bağlıdır.
Bu güvençle kastettiğim şey körü körüne kendi aklımızı beğenmek değildir.
Bu daha ziyade bir nevi acizdir. Hiçbir şeyi anlamadan kabul edememek, yapamamak, anlamadan öğrenememek, bilmemekten ziyade anlamamaktan acı duymak ve samimi olarak anlamağa çalışmaktır”.
Altmış sene öncesinden vatandaşı ikaz ediyor Hoca. Belli ki biraz da “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” babından zamanın bilim insanlarına sesleniyor:
Nakilci olmayın, akılcı olun!
Kendinizi aciz görmeyin, meydan okuyun! İrdeleyin, anlayın!
Bunu ispat edercesine, örneğin yaşlı bir insanın evlatlarına bıraktığı ve mal varlığının çocukları arasında nasıl dağıtılacağını belirleyen vasiyetini ele alıyor. Vasiyette yer alan koşullarını yerine getiren bir algoritmayı bir düzeneğe uyarlıyor.
Böylece herkesin gözü önünde aklını çalıştıran her insanın, dünyanın neresinde olursa olsun, her türlü problemi ne kadar karmaşık
olursa olsun çözebileceğini gösteriyor. Makalenin sonunda Hoca’nın konferansta bahsettiği düzenekler elektronik devre veya kavramsal tasarım şekilleriyle de verilmiş.
Turing’in makalesinin üstünden yetmiş, Erzurum’da Hoca’nın verdiği halk konferansının üstünden altmış küsur sene geçtikten sonra bugün dünya nerede? Türkiye nerede?
Günlerimiz mücadele içinde geçmiş olsa da o mücadele en iyi şartlarda kaybettiğimiz eşekleri bulmaktan öteye geçememiş adeta.
Evet bir ilerleme kaydetmiş olabiliriz. Ama dünyanın kaydettiği ilerlemeye baktığımızda bizimki
“ihmal edilecek” düzeyde kalmış.