06 Şubat 2025 - Perşembe
DERİNLEŞEN İSTİSMAR
Selçuk Belediyesi çuvalın ucundan tutmuş, çarşafı asmış bile.
Yazar - İbrahim Becer
Okuma Süresi: 8 dk.

İbrahim Becer
2497i.becer@gmail.com -DERİNLEŞEN İSTİSMAR…
Arkadaşlar söyledi, geçende CHP İlçe Örgütü önünden geçerken bir çarşaf sallanıyormuş. Üst akıl desem değil, ortalama hiç değil, olsa olsa Kırmızı kartı icat eden demode bir akıl böyle uygun görmüş olacak ki Bolu’daki yangın faciasını protesto ediyor hazretler.
Antalya’da teleferik kazası, Beşiktaş Belediye sınırlarındaki yangın faciası, İzmir’de elektrik akımına kapılan iki kişinin ölümü gibi olaylar artık bunlarda vakayı adiyenden sayılıyor. CHP’li Bolu Belediyesi mızrağı çuvala sokmakta zorlanırken Selçuk Belediyesi çuvalın ucundan tutmuş, çarşafı asmış bile. Şu sürate, durumdan vazife çıkarmaya bakar mısınız.
Dünya siyaset tarihinde kendine bu derece teflon tava muamelesi yapan başka bir organizasyon göremezsiniz. Ülke sınırları içinde bu siyaset tarzının üç özelliği vardır: Hiçbir şeyden haberi olmamak, Hiçbir şeye yetkisi olmamak, İzin olmayınca elinden bir şey gelmemek Sorumluluk sahalarında meydana gelen ya da gelecek olan her türlü olumsuz koşulda kendileri dışında illa ki bir sebep yaratmak ve suçu karşı tarafa atmak ayrıca kendilerinin markalarıdır.
Ben de bu örgütün en çok bu cevval tarafını seviyorum: Konuyla ilgisi olsun olmasın durumdan vazife çıkarıp canhıraş bir şekilde kendini gösterme arzusu. Bizim sınırlar dahilinde de yaşadığımız ve çocuklarımızın can verdiği yangın faciasını hatırlayın. Beş çocuk can vermişti. Belediyenin duvarını boydan boya kaplayan ‘Narin’ afişiyle Diyarbakır’daki organize kötülüğe tepki veriyorduk ama kendi ilçemizdeki faciaya kör kalabiliyor, görmezden gelebiliyorduk. Söyleyecek bir şey olmayınca, üzerine üstlük kıt kanaat yaşatılan imaj da yerle yeksan olunca, ‘Derinleşen Yoksulluk’ diye bir kavram dolanmıştı dillere o günlerde. Kaderin cilvesine bakın ki aynı Selçuk Belediyesi bugünlerde sosyal konutlarda yaşayan derinleşen yoksulluk sahipleriyle karşı karşıya gelmiş durumda.
İnternette gördüğüm kadarıyla Vefa Bey zamanında yapılan sosyal konutlar geçici bir ikametgâh olmaktan çıkmış ve kalıcı bir yerleşke olmuş. Doğal olarak da Belediye adaletli olmak adına bazı hanelere tahliye celbi göndermiş. En azından Erhan Hoca’nın anlattıklarından benim anladığım bu. Hatta işin bu noktasına kadar kendisine hak da verebilirdim ama orada ikamet eden bir vatandaş ağzındaki baklayı çıkarana kadar. Vatandaş ifadesinde diyor ki, ‘seni başkan yapan biziz. Oy istemeye geldiğin günleri ne çabuk unuttun.’ Bilmeden belki de iki sübliminal mesaj var burada: ‘Yazın yediğin hurmalar gün gelir kıçını tırmalar’ ya da ‘körün gözü açıldığında ilk bastonunu tekmeler.’ İkisi de aynı kapıya çıksa da burada seçim zamanında yapılan iş, aş, kalacak yer temini gibi pazarlıkların dile gelmiş hali var. Çünkü Belediyedeki kadro şişkinliği- hatta obezliği – herkesin malumu. Belediyedeki kadro yapılanmasının liyakate göre değil de seçim öncesi pazarlıklara göre yapılması bizim gibi taşra kasabalarının özelliğidir. Son dönem belediyede işe başlayanların sosyal medyadaki paylaşımlarına bakınca yaşadıkları mobbingi anlayabiliyorum. Ayakta kalabilmek adına bu derece kraldan çok kralcı olmak uzun vadede psikolojik tahribata yol açar benden söylemesi. Özellikle iş konusunda bol keseden dağıtılan kadroların farkındaydık da sosyal konutta kalanların da pazarlık masasında olduğunu tüm Selçuk gibi ben de bilmiyordum. Kazanmak adına bütün tuşlara basılmış, oy getirecek her şey rest denilip masaya sürülmüş meğer.
Kitabın ortasından konuşmak gerekirse, kimse bana onlarca yıl süren bir yoksulluktan ya da kuşaklar boyunca bitmeyen bir garibanlıktan bahsedemez. Burada Belediye ne kadar suçluysa Devlet ’de o kadar suç ortağıdır. Yerel ve Genel idare, yoksulluğu o kadar cazip hale getirdi ki bu artık bir eksiklik olmaktan çıkıp pastadan pay alma yarışına evrildi. Emek, alınteri gibi değerler ancak sloganlarda yer bulabilen cılız sesler olarak yankılanıyor artık. Seçimin geneli de yereli de artık ‘yoksulluk’ aforizmalarıyla şekilleniyor. Bir taraf derinleşen yoksulluğu yeneceğiz derken diğer taraf da yoksullara neler verdiğini anlatıyor. Yoksul dediğimiz kitleyse bu pazardan ne kapabilirim derdinde oradan oraya savruluyor ama o kadar rahatlar ki sınıf atlamak gibi bir dertleri yok. Türkiye, kesinlikle bir kast sistemine sahip bir ülke değil ama bu kitle kendi kafasının içinde şuna kesin bir karar vermiş: Yoksul sınıfından çıkarsam dışarda beni bekleyen ve adına hayat denen bir denizde boğulurum. Limanlar, gemiler için korunaklı birer sığınaktır ama hiçbir gemi de limanda çürüsün diye yapılmamıştır o da ayrı bir konu.
Sosyal politikalarda yoksullar dezavantajlı gruba dahil edilir ama şerh de düşülür. Denilir ki, yoksulluk eğer bir alışkanlık, kanıksanma zeminine oturduysa gün gelir yönetimler için pazarlık yapan bir muhatap seviyesine yükselir. Özellikle yerel seçimlere bakıyorum, hemen tüm siyasi partiler ve onların temsilcileri bu kesime söz ya da sözler vermek zorunda hissediyorlar kendilerini. Çünkü yoksulluğu bir ‘getiri’ olarak gören bu kitle artık bir sivil toplum örgütü olmuş durumda. Yani, seçilenler için bir rant demek bu. Yazarlık, editörlük yeteneklerime rağmen, benim fikrimi almaya davulla zurnayla gelen bir siyasi parti görmedim ama bugün evlerinden çıkarmaya çalıştığınız bu mahallenin oyunu almaya giden, dokuz sekizlik müzikler eşliğinde gerdan kıran sizlerdiniz. Kimse benimle yazarlık üzerine sohbet açmadı, fotoğraflar çekilmedi ama en cana yakın kareler de bu muhitlerde verildi. Velhasıl kelam, kervan yolda düzülür dediniz ve belediyeyi almak için bir yola girdiniz. Muhtemelen o evler üzerine başkalarına da sözler verildi ve kervan şimdi ilerleyemiyor. Aynı şekilde Meryemana’dan geçmişte gelen gürül gürül paralarla konserler, pr çalışmaları da sekteye uğramış olacak ki pazaryerindeki otoparktan medet umuluyor. Demek ki kervan her zaman yolda düzülmezmiş.
Tüm o süreçte verdiğiniz sözler, vaatlerin uhdesi sizde saklı. Dediğim gibi, bizim gibi eli kalem tutan tayfa sayısal olarak bir anlam ifade etmediği için biz her dönemin kaybedeniyiz. Şimdi bu pirincin başına oturup ayıklamak da sizin işiniz. Erhan Hoca’nın dediği gibi de hiç öyle ‘sosyal devlet olmadığı için bununla biz baş etmek zorundayız’ yollu zırvalara da girmeyin, yemezler. Los Angeles’in yarısı yandı, Amerika hane başına 700 dolar yardım yaptı. Altı vilayette deprem oldu bu ülke 200 bininci evin anahtarını geçtiğimiz günlerde teslim etti. Buna karşılık bir de kaç kuşaktır CHP elindeki İzmir’e bakın; sözün gelişi bakın dedim trenle Şirinyer’den Basmane’ye giderken camdan sağlı sollu göz atsanız yeter.
Daha açık söyleyeyim: Sen zamanında yapılmış otuz altı tane evi adaletli paylaştıramıyorsun ama bir adam çıkıyor yılda yüz bin evi hak sahiplerine teslim ediyor.
Hey yavrum hey! Emsal teşkil etmez…
Yorumlar (2)
Tüm Yazıları